Editör: Uşak Haber Gazetesi
UŞAK VE ANTİK ROMA İLE İLİŞKİSİ NEDİR ?
“Roma’yı bir Uşak’lı kurdu desem?
Sanırım cevapları duyar gibiyim...Anlaşıldı..
Şimdi alalım sazı elimize...Dinleyin bakalım..
Genel kabul görmüş egemenlerin kurguladığı tarih yazımlarının biraz dışına çıkıp aykırı okumalar yapmak istiyorum.
Prof. Dr. Hasan Malay “Aristonikos ayaklanması” isimli eserinde ; Anadolu tarihinin en büyük köle ayaklanması olan Aristonikos ayaklanmasına(İ.Ö 133) destek veren halkları sayar iken K. Buresch ‘in Aus Lydien eserini referans alarak “ Lidya Medeniyeti döneminde Sart kentinden Uşak(Temenouthyrai) kentine uzanan Katakekaumene(Yanık Ülke) adı verilen volkanik bölgede Mokadeni(Μοχαδδηνης) ismi ile de anılan bir kavmin yaşamakta olduğundan “ bahseder. Bu halk Lidya döneminde Kula-Selendi-Uşak arasında ki bölgede yaşamıştır.
Bu bölge de Lidya devletinin yıkılmasının ardından 220 yıl süren Pers hakimiyeti başlar. Daha sonra 1500 yıl sürecek Roma hakimiyeti altında kalacaktır.
Roma İmparatoru Septimius Severus
1883 yılında Anadoluda arkeolojik geziler yapan seyyah W.M.Ramsey ise eski ismi Doğla köyü (Banaz/Yazıtepe köyü) cami bahçesinin duvarında bulunan çeşme alınlığında ki antik yazıtı okur. Bu yazıt M.s 196 yılında Roma İmparatoru Septimius Severus Döneminde Moxeanoi halkının İmparator’u onurlandırmak için yaptığı heykelin taban yazısı idi.
Yazıtta geçen “ Μοξεανῶν δήμου/Moxeanoi şehri “ ifadesi ile şehrin özerk bir yapıda olduğuna işaret etmektedir. Bu antik şehir arkeologlar tarafından Afyon/Sandıklı ilçesi Yavaşlar kasabasına konumlandırılmaktadır.
Moxeanoi şehri “ ifadesinin tekrarlandığı iki yazıt daha bulunmakta idi;bunlardan birisi Banaz Yazıtepe(Doğla)köyü ile İmrez köyü arasında ki Urumbey çeşmesi alınlığı olarak mezar stelinde , bir diğeri ise Afyon/Sandıklı ilçesi Yavaşlar kasabasında bir değirmenin duvarında rastlanılmaktadır.
Mokadeni(Μοχαδδηνης) bölgesinden bulunan antik paralardan anlaşılacağı üzere ;
Doğla köyü (Banaz/Yazıtepe köyü) cami bahçesinin duvarında bulunan çeşme alınlığında ki antik yazıtı
Domitian adıyla bilinen Flavius Hanedanına mensup Roma İmparatoru Titus Flavius Domitianus döneminde Mokadeni(Sandıklı-Yavaşlar),Temenouthyrai(Uşak), Silandos(Selendi) ve Bagis(Beylerhan) antik kentlerine Roma yurttaşlık statüsü verilmiştir. Roma hukuku’na ait “Civitas” olarak tanımlanan bu statü için gerekli şartlar; kentin sorunlarının görüşülüp karara varıldığı meclislere sahip olmak, sikke basmak, tiyatro, agora gibi kamu binalarının bulunması, vb. idi.
İngiliz arkeolog ve tarihçi Sir George Hill (1867-1948) Tituli Asiae Minoris isimli eserinde Mokadeni(Μοχαδδηνης) bölgesinin iki metropolünün(büyük şehir) Temenouthyrai(Uşak) ve Silandos(Selendi) şehirleri olduğunu söyler.
Roma İmparatorlarının heykellerinin rastgele yerlerde diktirilmediğini, ardışık imparator heykelleri diktirme uygulamasının ancak İmparatorluğun merkez idaresiyle yakın bağlantıya sahip olan kentlere özgü olduğunu biliyoruz.
Demek ki bu Mokadeni(Μοχαδδηνης) antik şehri, önemi şimdiye kadar ortaya çıkmamış bir idari merkez idi .
Mokadeni(Μοχαδδηνης) bölgesinin sınırlarını kesin olarak çizemesek te Bizans(Geç Roma) döneminde Pentapolis bölgesi içerisinde anılmıştır. Pentapolis bölgesi Diokleia (Ahurhisar) merkez alınarak oluşturulan Eukarpeia (Sandıklı-Emirhisar) , Brouzos (Sandıklı-Kara Sandıklı)Hieropolis(Sandıklı-Koçhisar)Otrus(Hocalar-Yanıkören) Stektorion(Sandıklı-Alamescid) şehirlerinden oluşturulmuştur. Mokadeni(Μοχαδδηνης) antik şehri bu dönemde idari olarak Diokleia (Ahurhisar) şehrine bağlı bir yerleşimdir. Ama bu yerleşimlerin içerisinde hepsi Mokadenilerin yaşadığı kentler değildi.
Yazıta göre; Moxeanoi kenti(Yazıtepe köyü) o dönemde özerk bir yapıya sahipti ve Mokadeni kavminden dolayı bu ismi almıştı. Ama bu halkın yaşadığı en önemli yer değildi.Mokadeni halkının en önemli iki merkezi Diokleia (Ahurhisar köyü) ve Siocharax (Banaz-Oturak köyü) şehirleriydi.
Etrüsk figürleri. Yüz, saç ve giyim biçimine dikkat.Fransa Louvre Müzesi
Asıl önemli bilgi; Yazıtın çevirisini yapan W. M. Ramsay, The Cities and Bishoprics of Phrygia eserinde heykeli yaptıran bölgede ki iki köklü aile adına dikkat çeker ; Petronii(us) ve Egnatii(us) idi.
Ve bu aile isimlerine Ahat ve Kabaklar köylerinde bulduğu antik yazıtlarda rastladığını söyledikten sonra iki aile isminin Umbriatik(Etrüsk) kökenli olduğunu söyler.
Bu iki aiele ismi Roma İmparatorluğunu kuran Etrüsk soyunun isimlerindendi.
O zaman bu Μοκαδα/Moxeanoi/Mokadeni/Moksenoi isimleriyle anılan halk Etrüsk kavmindendi veya Etrüsk kavmiyle akraba idiler.
Yazıt’ın yazıldığı dönem M.S. 196 yıllarıdır. Bu yıllar Roma İmparatorluğunun Anadolu’da toparlanma yıllarıdır.
Pontus Kralı 6. Mithradates
Çünkü; Pers(İran) soylu Pontus Kralı 6. Mithradates M.Ö. 89 yılından M.Ö. 63 yılına kadar Roma ile üç kez savaşmış Roma’nın Asia eyaletini tamamen ele geçirerek Anadolu’da yaşayan bütün Helen/Yunan soyluları (yaklaşık 80.000 kişi) idam ettirerek Anadolu’da Helen/Yunan etkisini kırmaya çalışmış sonunda Roma İmparatoru Lucius Cornelius Sulla tarafından yenilerek geri çekilmek zorunda kalmıştı.
Yani demek ki ; bu Μοκαδα/Moxeanoi/Mokadeni/Moksenoi isimleriyle anılan halk Yunan/Helen kökenli değillerdi ki ; Pontus Kralı 6. Mithradates katliamından kurtulabilmişlerdi.
Şimdi gelin Mokadeni veya Moksanai olarak isimlendirilen önce Lidya devletinin tebası olarak gördüğümüz sonraları Roma İmparatorluğu’nun Frigya eyaleti tebası olan yönetici sınıfının Etrüsk kavminin isimlerini taşıdığını bildiğimiz bu kavmin Etrüsk kavminden olduğunu varsayarak ,Etrüsk Kavmini tanıyalım:
Dünya’nın son iki asırının hakim gücü Batılı Avrupa Ülkeleri ekonomiyi, siyaseti,medyayı ,bilimi kurguladığı gibi tarihi de kurgulayıp sunmakta.. Genellikle Batı uygarlığının temelini oluşturduğu ileri sürülen Helenizm yani Yunan Medeniyeti , somut arkeolojik ve tarihsel verilerle incelediğimizde karşımıza mitolojiden de öte bir masallar yığını çıkar. Bu anlamda Türkiye'de de Batıcı bir tarih anlayışıyla ve Batı uygarlığına özenme politikasıyla yazılmış kitaplarda yazan Batı Anadolu'nun Helen uygarlığıyla geliştiği tezi, tarihle ilişkisi olmayan bir saptırmadır.
Batılı bilginler Yunanistan’da, Ege denizinde ve Batı Anadolu’da yaşamış en eski kavimlere evvelce “Pré-héllénique” deyip geçmişken, şimdi her birine ayrı birer ad ve hüviyet aramak mecburiyetini hissetmektedirler.
Anadolu’da Demir çağı döneminde Kar, Leleg , Luvi veya Pelasg isimleriyle anılan Anadolu’ nun yerlisi milletler yaşamakta idi.
Pelasg/Etrüsk Kavmi:
Modern tarihçiler arasında bilhassa Beloch, Fick, Treidler, Meyer, Ehrlich gibi Alman bilginleri Pelasglar konusunu incelemişlerdir. Ekserisini Pelasglarla Etrüsklerin ayni kavim olduğunu ileri sürmekte tereddüt etmemektedirler.
Doç. Dr. Haluk Berkmen ; Etrüsk adının da E-TUR-OSK (Tur ve Ok’lar) anlamına geldiğini ve Etrüsk milleti aslında OK ve TUR halkından oluşmuş karma bir topluluk olduğunu iddia eder. Osk adı OKH adının Latinler tarafından yumuşatılmış şeklidir. İsmi geçen ok kavmi zaman içinde Ok-uz,Og-uz,Uz,Guz isimleri alan Türklerin Oğuz boyudur.
Bu Osk kavmi Etrüsk adı altında Anadolu’nun Uşak’ı da içine alan Lidya bölgesinden geldiğini bildiğimiz üzere Uşak şehir isminin kelime kökenine temel teşkil edebilir mi?Yani Osk/Okh kavminin yaşadığı yerleşimlerden Uşak /Osk-Ak olarak isimlendirilmiş olabilir mi?
Kim bilir? Türkologlarımızın konu hakkında ki araştırmaları bizi çok memnun eder.
Prof:Dr Ekrem Memiş, bunu yani Helenler’in Etrüskler’e verdiği adı Tyrhenler’i Turhanlar olarak nitelemekte ve Troyalılar ile Sakaların birleşmesinden meydana gelen kavim olarak zikretmektedir. İranlılar’ın da Türkler’e Turanlılar demesini, ayrı bir işaret sayar .
Pelasg adlı kavim hakkında eski Yunan tarihçilerinin eserlerinde mevcut bilgiler şöyle özetlenebilir:
1) Pelasglar kuzeyden gelmiş bir kavimdir: Bu kendilerinin ya Yunanistan’ın, ya da Karadeniz’in kuzeyinden geldikleri manasına gelir.
2) Bu kavim durmadan yer değiştirirdi, yani göçebe idi.
3) Pelasglar oturdukları bölgelerin veya kendilerini yöneten başbuğun adına göre kolayca ad değiştirirlerdi.
4) Pelasglar inşaatçı ve imarcı bir millet idiler. Atina’ya hâkim bulundukları sırada, orada öyle bir duvar meydana getirmişlerdi ki, bunun bir parçası asırlara meydan okumuştur.
5) Nihayet, Pelasgların komşu milletler açısından pek hoş olmayan bir âdetleri vardı: o da kız kaçırma şeklinde başka milletlerin kadınları ile evlenmeleri idi.
6) Yukarıdaki beş noktaya Yunanlı tarihçiler tarafından işaret edilmeyen, fakat Lemnos yazıtlarının teyit ettiği ve bilginlerce Etrüsk lisanı ile Pelasg lisanının birbirine uyumundan çıkarabileceğimiz şu noktayı da ilâve edebiliriz: Pelasglar Hint – Avrupa olmayan, agglutinatif(sondan eklemeli) ve ses uyumuna tabi bir dil konuşurlardı.
Bu kanaat, zannedilebileceği gibi, şovenlikten doğan ve hissî neviden olan bir kanaat değildir, Pelasglar = Etrüsk denkleminde kaynağını bulan ve mantıkî bir muhakemeye dayanan ilmî bir görüştür. Pelasgların yukarıda işaret edilen altı özelliğini hatırlayacak olursak, ancak Türk ırkının gereken şartlara uygun olduğu meydana çıkar . Etrüsklere ait 80 iskeletten alınan DNA örnekleri, Etrüsklerin bugünkü Türkiye'den İtalya'ya göç ettiklerini doğrulamaktadır.
Etrüsklerde Kutsal Kurt figürleri
Etrüsk göçünün dünya tarihçilerine göre Batı Anadolu Bölgesinden yapıldığı kabul görmekte ve göçün nedeni ise Yunanların Truva'lılara ve Lidya'lılara yaptığı saldırılar olduğu kabul edilmektedir.
Antik edebiyatta Etrüskler Küçük Asya’nın eski sakinleri olmuş Truvalı- ların ecdatları gibi tanınmaktadır. M.Ö. XIII bin yılda Yunanlıların mağlup ettikleri Truvalıların bir kısmı rivayetlere esasen İtalya’ya gelmiş ve burada yeni bir halkın, Romalıların esasını oluşturmuşlar. Bir çok Avrupa dilcisi, İtalya’ya gelmiş Truvalıların Etrüskler olduklarını yazmışlar.
Bizanslılar,Türklerin Truvalıların torunu olduklarına inanırlardı. Bizanslı T. Gazes ile İtalyan F. Filelfo arasında teati edilen mektuplarda “15. Asır Türklerinin eski Truvalıların neslinden geldiği, Türklerin İstanbul’u fethetmekle Greklerden Truva’nın intikamını aldıkları” ifade edilmektedir.
Antik yunan ve Marksist antropoloji üzerine külliyatları ile tanınmış 1903 doğumlu George THOMSON başyapıtı “"Tarih öncesi Ege - Eski Yunan toplumu üzerine incelemeler" isimli eserine göre ; “ Pelasglar Kuzey Ege halkları ve Etrüskler Kuzey Turan’dan gelen halklar olarak Anadolu’nun antik halklarıdır ve Yunanlıların “Tyrsenler” dedikleri Etrüskler de Pelasgların bir kolu idi. “
Truva antik şehri üzerine çalışan arkeoloğ ve tarihçiler :” Truva medeniyetinin bir Pelasg/Etrüsk Medeniyeti olduğunu iddia eder.
Ünlü Roma İmparatoru Julyus Sezar ‘ın Roma senatosu’na hitaben ;”Ben asilzadeyim. Roma’nın köklü Qay/Kay(Kay-Kayı) sülalesinden geliyorum.Atam Truva prensi Aenias'ın oğlu Jul ‘dür.”
Roma yönetici elitleri Afrodit’in oğlu ve Truva Savaşı kahramanı Aeneas’ın torunları olduklarını söylediler ve yazdılar.
Truva’lı larla Etrüsklerin ayni bir kavim olduklarını ve onların her ikisinin Turan(Ortaasya) kökenli olduklarını gösterir birçok delil vardır. Anadolu’ya doğudan yani Kafkaslardan ve hatta Ortaasya’dan gelmiş oldukları varsayıldı.
Bu delilller Etrüsk/Pelasg kavminin ; Türk’lerin Anadolu coğrafyasına 1071 Malazgirt Savaşından asırlar önce geldiğini gösteriyordu.
Etrüsk/Pelasg Kavmi Lidya’dan İtalya’ya Göç Ediyor:
Hikayemiz dehşet bir kıtlıkla başlıyor:
Günümüzden 3 bin yıl önce Lidya’da büyük bir kuraklık meydana geldi. Ülke topyekün kuraklığa karşı çareler aramaya başladılar.Ama ne yapsalar çare bulamıyorlardı. Çareyi deniz aşırı topraklarda aramaya karar verdiler.
Bunu Tarihin Babası olarak kabul edilen antik tarih anlatıcısı HERODOT şöyle anlatır:
“Anadolu’nun Lidya bölgesinde kral Atyos zamanında şiddetli bir açlık baş gösterdi. Açlıklarını bastırmak için şunları yapıyorlardı; Yitecek peşinde koşmayı unutmak için, ilk günün birini oyuna veriyorlardı, ertesi gün oyunu bırakıp yemek yiyorlardı.
On sekiz yıl boyunca böyle yaşadılar. Ama kıtlık azalacağı yerde, kırımını büsbütün artırınca kral Lidya’lı ları ikiye ayırdı, ―Kim kalacak kim gidecek kura çekilsin dedi, kaderin kalmak üzere ayırdıkları gene kendi hükmü altında bulunacaktı, göç edecek olanlara da kral olarak oğlunu veriyordu.
Bu dönemde Lydos(Ludos) ve Tyrrhenos (Turhanos) adında iki kardeş Lidya’nın kralının oğluydular. Çoraklık yüzünden halkın bir bölümü ile birlikte topraklarını kimin terk edeceğini kararlaştırmak için kura çekmek zorunda kaldılar.
Tarihin babası kabul edilen Heredot olayı ;
“ Kura çekildi ve halkın bir kesimi kıyıdan güneye, Smyrna’ya gitti; burada gemiler inşa ettiler ve bütün eşyalarını yükleyerek kendilerine yeni bir geçim kaynağı aramak üzere denize açıldılar. Bir çok ülkeden geçerek Adriyatik yolu ile İtalya’nın doğusundaki , Kuzey İtalya’da Umbria bölgesine geldiler. “diye anlatır.
Yine Roma’lı Tarihçi Dionysios Halikarnassos‘a göre ise;Daha önceden Pelasglar denen Tyrrhenler(Turhanlar) bu isimlerini İtalya‘ya yerleştikten sonra aldılar.
Onun Phoronis adlı eserinde söylediği sözler şöyledir;
―Phrastor, kralları Pelasgus ve Peneus‘un kızı Menippe‘nin oğluydu, Phrastor‘un oğlu Amyntor, Amyntor‘un da oğlu Teutamides idi, Teutamides‘in oğlu ise Nanas idi. Bunun krallığı döneminde Pelasglar, Grekler tarafından yurtlarından atıldılar ve gemilerini Ionia körfezindeki Spines ırmağında bıraktıktan sonra, denizden uzak Croton‘a ulaştılar ve orayı da arkalarında bırakarak bugün Tyrrhenia denen ülkede koloni kurdular.
İtalya’da Etrüks çağı, Truva savaşından sonra, M.Ö. 13. asırda başlamış, Romalıların son Etrüks şehri olan Volsini’yi yıktıkları M.Ö. 265 yılına kadar devam etmiştir. Bu tam 1000 yıl demektir!..
Etrüsler İtalya’ya geldiklerinde Latin(İtalya yerlisi-İtalik göçmenler karışımı) hakimiyetinde olan siyasi birlikten uzak basit Villanova Kültürü ile karşılaştılar. 'İtalya', ismini Romalılar zamanında yaşayan İtalikler’den alıyor. Eğri yazılan harfler için kullandığımız 'italik' sözcüğü buradan geliyor. İ.Ö. İkinci binyılda İtalya’ya gelen topluluğa ve dillerine İtalik (Italique/Italicus) denirmiş. İ.Ö. İkinci binyılda İtalya’ya gelen topluluğa ve dillerine İtalik (Italique/Italicus) denirmiş.
Latinler Etrüsklere TUSKİ (Tusci) derlerdi. Sonra bu kelime Toska olmuş, Toskana adı da Etrüsklerin yaşadığı yer için kullanılmıştır. Floransa Toskana’nın KÜLTÜR merkezidir. Avrupa’da Karanlık Çağ’ın etkisinden ilk kurtulanlar Toskanalılar olmuştur. Rönesans’ı başlatan onlardır. Dante, Mikelanj, Leonardo Da Vinci ve Napolyon hep Floransalı’dır. Yani hepsinde Etrüsk kanı vardır. Ayrıca şair Virgil, heykeltraş Vulka, İmparator Sezar ve Büyük İskender de birer Etrüsk idi.
Etrüsk tarihine gelince, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, M.Ö. 10 ve 8. yüzyıllarda olmak üzere iki göç dalgası halinde İtalya'ya gelen Etrüskler, önce Tiber ırmağının sağ sahili ile Arnus Irmağı'nın sol sahili arasında kalan bölgeye yerleştiler. Buraya onların adlarına izafeten Etruria veya Toscana denilmektedir. Etrüsklerin doğrudan doğruya gelmelerinde belki de buraların maden, özellikle de bakır bakımından zenginliği rol oynamış olabilir. Hehalde gemici ve savaşçı kişler olarak buralara gelen Etrüskler, bölgenin yerli ahalisini de kendilerine tâbi yapmışlar ve bunların efendileri olarak birlikte yaşamaya başlamışlardı .
Etrüskler, o zamana kadar köy kültürü yaşamakta olan İtalya'ya Anadolu ve Ege kıyılarının şehir kültürünü getirmişlerdir. çağdaş kavimlerden çok daha yüksek bir yaşam standardına sahip Etrüskler, kısa zamanda bölgedeki diğer kavimleri egemenlikleri altına almışlardır.
Etrüskler, İtalya'ya sadece şehir yaşamını getirmekle kalmamışlar, ziraat ve madenciliği de getirmişleridir. İtalya'da bağcılığı ve zeytinciliği bunların ilerlettiği söylenmektedir. Deniz ticaretini de kısa zamanda geliştiren Etrüskler, uzun süre Akdeniz ticaretini ellerinde tutmuşlardır. Roma uygarlığının, mitolojisindeki ilahlardan, hukukundan yol yapım tekniklerine kadar, kökünü hemen hemen tümüyle Etrüsk uygarlığından almış olduğu günümüzde saptanmış durumdadır. İtalyan tarihçiler “Romalıların siyasi ve idari kuruluş şekillerini, ordu teşkilatını, altın işleme sanatını ETRÜSKLER’den öğrendiklerini” yazarlar.
Denizcilik,savaş,el sanatları ve ticarette oldukça maharetli bir toplum olan Etrüskler ; tarım ile hayatlarını devam ettiren Latin’ler üzerine hakimiyet kurarak 12 şehir kurdular.
Bu şehirler; Volterra,Arezzo,Populonia,Vetulonia,Cortona,Perugia,Chiusi,Orvieto, Volci, Tarquinea,Veio,Cerveteri
Roma Şehri Kuruluyor;
Etrüksler M.Ö. 535’de Greklere karşı Aleria’da büyük bir zafer kazanarak Elbe adasını, Sardunya ve Korsika’yı ele geçirdiler… Zaten bütün İtalya Etrüks kontrolüne geçti.
M.Ö. 753 yılında dünya tarihinin önemli olaylarından biri gerçekleşmiştir. Etrüsk soyundan olan , Truva prensi Aenias'ın torunları olduklarına inanılan ROMULUS ve ROMUS kardeşler Tiber nehri kenarında bir kent kurmak isterler. Ancak şehrin kuruluş aşamasında iki kardeş arasında bir anlaşmazlık olur ve Romulus Romus'u öldürür. Bu yüzden Romulus, yeni kenti tek başına kurar.Bu kent Roma kentidir.
Bir şehir devleti olarak ortaya çıkan Roma, ilerleyen zaman dilimi içerisinde üç kıtaya egemen olan bir dünya imparatorluğunun merkezi konumuna yükselecek ve o devirde "bütün yollar gerçekten Roma'ya çıkacaktır."Romulus ve Romus kardeşleri emziren diş kurt motifi, belli ki Etrüskler'in Orta Asya ile bağlantılı olduklarının en önemli işaretlerinden biridir.
M.Ö. 753 ile M.Ö. 509 yılları arasında Roma tahtı üzerinde hüküm sürmüş olan bütün krallar Etrüsk krallarıydı. Yaklaşık 250 yıl süren bu devir, Etrüskler için siyasi prestij, refah ve zenginlik dönemi olmuştur. Bu devirde sadece Roma değil, diğer Etrük şehirleri de son derece görkemli ve zengin idiler.
Ancak Roma kentini kuran Romulus'un şehrin nüfusunu çoğaltmak için aldığı akıl almaz önlem, hem Roma'nın hem de Etruria bölgesinin Etrüskler'in elinden çıkmasına neden olacaktır. Gerçekten Romulus, diğer Etrüsk şehirleri ile İtalik şehirlerden her hangi bir nedenle kovulmuş olan herkese sığınma hakkı tanıyacağını ilan etmişti. Bu durumun doğal bir sonucu olarak, başka şehirlerde barınamayan başıboş ve maceracı adamlar akın akın Roma'ya geldiler. Ancak hemen belirtelim ki Roma'ya gelerek sığınma talep edenlerin çok azı Etrüsk kökenli idi. Gelenlerin büyük bir bölümü, Lâtium bölgesinden gelen Lâtinler idi.
"Roma vatandaşlığı" hakkını elde eden Lâtinler, zamanla "Senato" denilen Yaşlılar Meclisi'ne de üye olmuşlar ve politik gücü ele geçirmişlerdi.
Avrupa’da o dönemin iki süper devletinden biri Etrüksler, diğeri de Greklerdi. Romalıların, İtalya yarımadasının en güney ucuna ilk indikleri zamanlarda, Çizme’nin güneyi Helen Dünyası’nın parçasıydı ve Yunan kolonileri yaşıyordu. Buralar, onların deyişiyle, ‘civil (Helenleşmiş)’ insanların coğrafyasıydı.
İtalyadaki Yunan şehirleri, ‘barbarları (Romalılar)’, yarımadanın güneyinden uzak tutmakta başarısız kalınca Adriyatik Denizi’nin karşısında bugünkü Arnavutluk-Makedonya hattında kurulu Yunan krallığı Epir’in şan şeref düşkünü kralı Pirus’tan(Pyrrhus) yardım istediler. Yarım adanın da hükümdarı olmaya çok arzulu Pirus, bu daveti büyük hevesle kabul etti ve bir çok fil ve 25 bin askerden oluşan ordusuyla İtalya’nın güney ucuna geldi. Böylece Pirus’un ordusuyla Romalılar arasında MÖ 280 – 275 yılları arasında 5 yıl sürecek Pirus Savaşları başladı.
Pirus, gözü karalığı ve savaş yeteneğiyle Romalıları önce Heraklia savaşında yendi. Zafere rağmen kendisi de oldukça fazla askerini kaybetti. Ancak, hesapta olmayan bir şey oldu. Romalılar yenilmelerine rağmen çok inatçı ve dirençli çıktı. Üstelik, yarım adanın güneyindeki İtalik’ler de Pirus’un hesapladığı gibi ona değil, Romalılara katıldı. Dahası Romalılarda Pirus’un sahip olmadığı kadar insan kaynağı vardı. Kayıplarını anında telafi edebiliyorlardı.
Küçük çaplı çatışmalardan sonra iki ordu arasındaki ikinci büyük savaş Askalum’da meydana geldi. Pirus’un ordusunda o zamanın en etkili askeri gücü olan filler vardı. Romalılar ise daha çok kalabalık bir gerilla ordusu gibiydi. Romalılar, Pirus’un asıl gücü görünen unsurları yanı filleri hedef aldılar. Attıkları kızgın oklar ve uzun mızraklarıyla filleri kızdırıp panikletmeyi başardılar. Dev cüsseli hayvanlar etraflarındaki herkesi ezmeye başlayınca Pirus da büyük kayıp verdi. Zor bela da olsa Romalıları püskürtmeyi başardı ve ‘meydan’da zaferi kazandı. Antik Yunan tarihçisi Plutark’ın kaydettiğine göre Pirus bu savaşı kazanırken ordusunun büyük bölümünü kaybettiği için, onu tarihe geçirecek şu sözünü söyledi: ‘’Bir zafer daha kazanırsam tamamen biteceğim.’’
İşte bundan dolayı, nihai getirisi, kazanma yolunda ödenen bedeli karşılamayan zaferlere siyasi ve tarihi literatürde Pirus Zaferi deniyor. Meydanda zafer gözükür ama daha geniş bir perspektiften bakıldığında bir hezimettir.
Hiç beklemediği kadar güçsüz kalan Pirus, Roma’ya ateşkes ve uzlaşma teklif etti. Ama Roma bu teklifi, sadece Pirus’un Yarımada’yı terkedip evine dönmesi şartıyla kabul edeceğini bildirdi. Pirus için çatışmadaki mevcut tabloyu değiştirebilecek tek bir aktör kalmıştı. Dönemin süper gücü Kartaca’ya destek talebinde bulundu. Ancak Yunanlıları daha büyük tehdit gören Kartacalılar, Pirus’un istediği desteği vermediler.
Bütün yarım adanın lideri olmayı hayal eden Pirus daha fazla dayanamadı ve yarım adanın güneyini de Romalılara bırakarak kalan az sayıda askeriyle Epir’e geri döndü. MÖ 272’de Argos’ta bir sokak kavgasında bir kadının kafasına attığı taşla öldü. Bu, antik çağın yenilmesi imkansız savaş gücü olarak görülen Yunan ordusu efsanesinin sonu oldu. Romalılar ise 264’te son Etrüsk şehri Volsini’yi de ele geçirerek yarım adanın tek hakimi haline geldiler.
Roma, Pirus karşısında zaferi nasıl kazandığını unutmadı. Pirus’tan birkaç on yıl sonra Roma’yı yok etmeye gelecek Kartaca karşısında da bu zaferin öğrettiklerini hatırlayacaklardı. Romanın, Pirus karşısındaki sıradışı inatçılık, disiplin ve azmini, Kartacalılar da bütün Akdeniz uygarlıkları da not etmişti. Çünkü o dönemde ‘sivil’ güçler arasındaki savaşlarda taraflar arasında bir kaç kılıç çatışması yaşandıktan sonra çok fazla insan ölmeden bir taraf pes ediyordu. Günümüzdeki savaş konseptinden bile çok daha uygar bir savaş konsepti vardı. Helenler arasındaki savaşlar, savaştan çok ‘düello’ veya gösteri gibiydi. Fakat Roma böyle değildi. Roma’nın lugatında pes etmek yoktu. Ve Helenlerden farklı olarak Roma’da genç, yaşlı, kadın herkes askerdi ve kendini feda etmeye hazırdı.
Pirus’u yendikten sonra Roma artık tarih sahnesine çıkmaya hazırdı. Dünyanın merkezi olan Akdeniz’e açıldıkça, süper güçle yani Kartaca ile de karşı karşıya gelmeleri kaçınılmazdı. Tarih boyunca kralların, imparatorların, devlet adamlarının en önemli ders kaynaklarından biri olacak Hannibal’ın öyküsü de bu karşılaşmada yaşanacaktı.
Bu bakımdan bu savaşın önemi kolayca anlaşılır.
Bu arada Roma şehrine tüccar sıfatı ile giren çıkan Hellenler, Lâtinleri sürekli Etrüskler aleyhine kışkırtıyorlardı. Bir başka ifade ile her alanda Etrüskler'i kıskanan ve onlarla rekabet edemeyen Hellenler, Etrüskler'e karşı, Roma'daki Lâtin çoğunluğa iş birliği öneriyorlardı.
Latinlerle işbirliği içinde ki Yunan ahali; Kral ailesi hakkında çeşitli yalan ve iftiralar uydurarak, krala da “Mağrur Tarhan” adı takılarak, bu tabirin halk arasında yayılmasına sağladılar.
Böylece zemin hazırlandıktan sonra, halkı ayaklandırabilecek vesileyi yaratmak için, kralın yetişkin oğullarından birini kullanmağı münasip görürler.
etrüsk kadını
Prense, genç ve güzel bir kadını önce yarı çıplak gösterdikten ve onunla yalnız kalmasını temin ettikten sonra, kadının namusuna tecavüz edildi diye sokak sokak bağırarak, halkı ayaklandırırılar.
Kral, hayatını kurtarmak için, ailesiyle birlikte Roma’yı terk eder ve idare Etrüsk olmayanların eline geçer.
Roma tarihçileri bu olayı demokrasi ruhunun zorbalığa karşı zaferi şeklinde göstermek istemişlerse de, aslında bunun Lâtinlerin Etrüsklere baş kaldırması, yani bir soy tepkisi niteliğinde olmuş olduğunda şüphe yoktur.
Ayrıca, Romalı tarihçiler komplo’nun sırf bir millî tepki zannedilebilmesi için, işin içindeki Yunan parmağını daima gizlemişlerdir. Bu sebeple bugün bunu pek az tarihçi bilir ve zikreder.
Romanın Etrüsk idaresinden çıkması Etrüsk sitelerinde endişe yarattı.
Durumu gören Chiusi 14 Kralı Porsenna, tahtından kovulan Roma kralını yeniden tahtına oturtmak için askerî teşebbüse girişti.
Fakat bir aralık Roma’yı zaptetmeğe bile muvaffak olmasına rağmen, teşebbüsü sonuçlanamadı.
Bir müddet sonra da, oğlu Lâtin Siteleri Birliğinin ordusuna yenilince, Roma Lâtinlerin eline geçti.
Romalılar bu zaferlerden büyük cesaret aldılar ve sıra ile diğer Etrüsk şehirlerini de zaptetmeği tasarladılar.
Yukarıda işaret edildiği üzere, Romalılar her şeyi Etrüsklerden öğrenmiş, medeniyetlerini Etrüsklerden almış olduklarından, onlara karşı kuvvetli bir aşağılık duygusunun tesiri altında idiler.
Bunun neticesi olarak, Romalılar Etrüsklere karşı düşmanlık ve kin besliyorlardı. Her Romalı Etrüskleri yenmek, ezmek Etrüsk olan her şeyi tahrip etmek arzusu ile yanıp tutuşuyordu.
Dört asır süren Etrüsk – Roma mücadelesi sırasında bu dinmez kinin vahşi ve korkunç tezahürlerine defalarca şahit olunmaktadır. Romalılar kentlerine pek yakın olan Veies15 şehrini kuşatmakla işe başladılar.
On sene süren kuşatmanın sonunda bir hileyle ile girdikleri şehirde misli görülmemiş katliâm yaptılar.
Kendi milletini daima şirin göstererek yazan Titus Livius bile, ilk yirmi dört saatin her dakikasının adam öldürme ile geçtiğini kaydeder.
Muzaffer Romalılar, sanat ve medeniyet seviyesini, zenginlik ve refahını ötedenberi kıskandıkları Veies’nin mabetlerini, meydanlarını, parklarını ve bahçelerini süsleyen üç bin (!) heykeli Roma’ya taşımağı da ihmal etmediler.
Bu arada, Ana tanrıça Ani’nin heykeli Roma’ya götürülerek, Junon ismiyle bir mabede yerleştirildi ve tanrıçanın sadece heykeli değil, kendisi de artık Roma’ya taşındı, diye Roma halkı inandırıldı.
Bundan sonra Etrüskler için çöküş devri başlar.
Bir yandan Yunanlılar Etrüsklerin kuzeydeki Adria, Spina gibi limanlarını zaptederler, bir yandan da Romalılar, Etrüsk tesanüdünü diplomasi ile yıkmağı başararak, sıra ile Cerveteri (M.Ö. 351), Tarquinia (300), Volterra (295), Volsinies (283), Vulci (273) şehirlerini ele geçirirler.
Roma tarihinin karışık bir devri olan M.Ö. ikinci yüzyılın ortalarında Marius ile Sylla arasındaki siyasî rekabet yüzünden çıkan iç savaş sırasında, Etrüsk halkının desteklediği Marius yenilince, Sylla bütün Etrüsk şehirlerinde katliamı emreder ve bu şehirlere askerî garnizonlar yerleştirir.
İsa’nın doğumundan 40 yıl önce Perugia zaptedildikten sonra, şehrin ileri gelenlerinden 300 kişi Roma’ya götürülerek, Sezar’ın mezarı üzerinde birer koyun gibi kurban edilirler.
Murat dağı gündeminde antik dönem hikayelerine devam edelim ve Murat dağından Roma’ya götürülen kutsal Omphalos(Omfalos) taşını anlatalım;
Roma Cumhuriyetinde Latin-Helen ittifakıyla Etrüsk yönetici sınıfı katliama uğramış, Etrüsk nüfus sindirilerek asimilasyona uğrayarak azınlık konumuna düşmüştür. Roma büyüme ve Akdeniz’de büyük bir güç olma yolunda ilerlemektedir.
Artık Akdeniz hakimiyeti için iki emperyal güç çarpışmaya başlayacaktır.
Romalı’ların Kartacalı’larla çatıştıkları bir dönemde, Roma üzerine, bir taş yağmuru başlar. Kahinler, bunun bir uyarı olduğunu, Kartaca karşısında başarı kazanabilmek için, Anadolu ‘dan Frigya’dan Kybele’nin Roma’ya getirilmesinin gerektiğini söylerler.
Bunun üzerine, tanrıçayı simgeleyen taş, bir törenle gemiye konur ve Roma’ya doğru yola çıkarılır. Ama, gemi Roma’ya varırken, Tiber nehri üzerinde karaya oturur. Bütün uğraşlara rağmen kurtarılamaz. O sırada, tanrıçadan bir ses yükselir. Ancak, kirletilmemiş eller sokabileceklerdir, kendisini kente.
Bunu duyan; Cladia Quinto adındaki bir genç kız, belinden kemerini çözer ve gemiye bağlar, çeke çeke gemiyi Roma’ya getirir. (İnanmadınız demi, hayır, inanın, çünkü adı üstünde efsane) Bu kız, iftiraya uğramış bir Vesta rahibesidir ve koca gemiyi tek başına çekmekle de suçsuzluğunu kanıtlamış olur. Evet, ana tanrıça Roma’ya ulaşır. Sonra ne mi olur? Bizim tanrıça heykeline ne olduğu meşhul ama, tarihi bir gerçek var. Evet, Roma’lılar Kartacalı’ları yener ve tarih sahnesinden silerler. Artık, ana tanrıçanın gücümü, kendi güçlerimi, onu bilmek mümkün değil.
Burada şunu kaydetmek lâzımdır ki, Etrüsklerin Romalılar tarafından yok edilişi dünya tarihindeki ilk metodik ve sistemli “jenosid” hareketidir.
Bu “ulus öldürme” hareketi kendini sadece maddî sahada değil, mânevî sahada da göstermiştir. Bizzat bir italyan yazarı şu itirafta bulunur: “Romalılar Etrüskleri yok etmekle kalmayıp, medeniyetlerinin en ufak izini bile ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yapmışlardır.”
Roma’yı kuran Etrüsk/Türk kavmi ile ilgili bir çok kayıt ve arşiv Bağnaz bir Latin olan İmparator Augustus tarafından kültürel bir soykırıma uğradı. Tarihçileri zorlayarak, bütün Etrüsk tarihini, her türlü önemli olayları, kralların köken ve adlarına kadar, düşünülebilecek her şeyi değiştirdi.
M.Ö. 509 yılında Roma'da krallık rejimi yıkılıp Cumhuriyet dönemi başlayana kadar iş başında kalan krallar, Etrüsk krallarıdır. Etrüskler, bu tarihten itibaren siyaset arenasından çekilmekle beraber, etnik olarak varlıklarını yüzyıllar boyunca sürdürmüşlerdir. Özellikle Roma medeniyeti üzerindenki Etrüsk gölgesi hiçbir zaman ortadan kalkmamıştır.
Yorumlar