Bu demografik dönüşüm artık yalnızca bir eğilim değil, ekonomik ve toplumsal yapıları yeniden şekillendiren küresel bir olgu. Bu nedenle günümüzde yaşadığımız dönem, sıklıkla “yaşlanma yüzyılı” ya da “yaşlılık çağı” gibi ifadelerle tanımlanıyor. Türkiye de bu küresel dönüşümden payını fazlasıyla alan ülkelerden biri. Doğurganlık ve ölümlülük oranlarının düşmesi, sağlık alanındaki gelişmeler ve doğuşta beklenen yaşam süresinin artması, Türkiye’de nüfusun yaş yapısını köklü biçimde dönüştürdü.

TÜİK’in hazırladığı İstatistiklerle Yaşlılar verilerine göre, 65 yaş ve üstü nüfusun oranı 2023’te %10,2’ye çıkarak Cumhuriyet tarihinde ilk kez çift haneye ulaştı; 2024’te ise %10,6’ya yükseldi. Bu dönüşüm olağanüstü bir hızla gerçekleşiyor: 2000 yılından bugüne dünya genelinde yaşlı nüfus oranı %45 artarken aynı dönemde Türkiye’de bu artış yaklaşık %85 oldu. Türkiye ile benzer şekilde ekonomik gelişim, hızlı kentleşme ve benzeri toplumsal süreçleri yaşayan Brezilya, Kolombiya ve Malezya gibi gelişmekte olan ülkeler de bu hızlı yaşlanma sürecini keskin bir biçimde deneyimliyor.

TÜİK projeksiyonlarına göre, Türkiye’de yaşlı nüfusun 2040 yılında %17,9’a, “çalışma çağındaki yüz kişiye düşen yaşlı” sayısını ifade eden “yaşlı bağımlılık” oranının ise %26,5’e ulaşması bekleniyor. Dolayısıyla Türkiye, yaşlanmanın ekonomik, sosyal ve politik etkilerine bugünden hazırlıklı olmalı. Yaşlı nüfusun artışı, ekonomik büyümeden sosyal politikalara kadar birçok alanda bir dizi yeni zorluk doğurabilir. Çalışma çağındaki nüfusun azalması işgücü açığına yol açarken emeklilik ve sağlık harcamaları sosyal güvenlik sistemi üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor. Artan yaşlı nüfus, sağlık hizmetlerine olan talebi yükseltirken yalnız yaşayan bireylerde sosyal izolasyona ve dolayısıyla psikolojik sorunların yaygınlaşmasına neden olabilir.

Peki, toplumun yaşlanması gerçekten bu kadar vahim bir durum mu? Dünyanın en müreffeh toplumlarında yaşlı nüfus oranı Türkiye’nin neredeyse iki katı. OECD ülkelerinde bu oran ortalama %18,2 iken Avrupa Birliği’nde %21,6 — ki bu oranlar Türkiye’nin 2040 projeksiyonlarında öngörülen seviyenin bile üzerinde. Dolayısıyla mesele, yaşlanmanın kendisi değil; bu sürecin nasıl yönetildiği ve sürecin hangi şartlarda gerçekleştiğidir. Türkiye açısından esas risk, yoksullaşarak yaşlanma olgusudur. Düşük emekli maaşları, sınırlı sosyal hizmetler, kiracı olma hali ve bakım altyapısının yetersizliği, yaşlılık dönemini kırılgan ve güvencesiz hâle getiriyor.

TÜİK’in hazırladığı Yoksulluk ve Yaşam Koşulları İstatistikleri çalışmasına göre, 2019 yılında yaşlı nüfusta yoksulluk oranı %14,2 iken 2023 itibarıyla bu oran %21,7’ye yükselmiş durumda. 2018’e kadar yaşlı yoksulluğunda bir iyileşme eğilimi görülse de, özellikle 2019 sonrası ekonomik dalgalanmalar nedeniyle sürekli bir artış eğilimi gözleniyor. Yaşlılar arasında neredeyse her dört kişiden biri yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında. Barınma koşulları da bu kırılganlığın bir başka boyutunu oluşturuyor. Türkiye Yaşlı Profili Araştırması’na göre, 65 yaş ve üzeri bireylerin yaşadığı hanelerin %10,4’ü kiracı konumunda. Bu oran İstanbul’da %20’lere kadar çıkıyor; kira krizinin etkileri, sabit gelirli yaşlılar açısından çok daha ağır hissediliyor. Gelir güvencesi bağlamında da emekliler giderek daha kırılgan bir konuma sürükleniyor. 2010 yılında en düşük emekli maaşı, asgari ücretten yaklaşık %20 daha fazlayken günümüzde %35 daha düşük seviyede. Bu dramatik değişim, emeklilerin yaşam standartlarını doğrudan etkiledi.

Türkiye’de İşgücündeki Yaşlılar ve Güvencesizlik raporuna göre, 2023 itibarıyla Türkiye'de 65 yaş ve üzeri bireylerin işgücüne katılım oranı %12,2’dir. Bu oran, Avrupa Birliği ortalamasının (%4) yaklaşık üç katına karşılık gelmektedir. Yüzeyde bu durum aktif yaşlanma açısından olumlu bir gelişme gibi görünse de veriler bunun daha çok geçim baskısıyla şekillendiğini ortaya koymaktadır. Nitekim istihdam edilen yaşlı nüfusun %60’ı tarım sektöründe yer alıyor; çalışanların büyük çoğunluğu toplumun en düşük gelir grubunda. Ayrıca, yaşlı bireyler tüm gelir gruplarında sigortasız ve kayıt dışı çalışmaya daha fazla maruz kalıyor. Bu tablo, yaşlı istihdamının büyük ölçüde sosyal güvenlik sisteminin yetersizliği ve ekonomik zorunluluklarla şekillendiğini; Türkiye’de yaşlıların çalışmasının çoğu zaman gönüllülükten değil, yoksulluğu telafi etmeye yönelik bir mecburiyetten kaynaklandığını ortaya koyuyor.

Sonuç itibariyle, Türkiye’nin hızla yaşlanan nüfus yapısı, bütüncül ve önleyici politikalarla ele alınmadığı takdirde, yaşlılık süreci derinleşen yoksulluk, sosyal izolasyon ve güvencesizlikle karakterize olabilir. Bu doğrultuda Türkiye’nin öncelikli sorumluluğu, bir yandan sosyal güvenlik, gelir güvencesi ve bakım hizmetlerini kapsayan yapısal güçlendirmeleri sağlamak; diğer yandan ise aktif yaşlanma ve yaşlı dostu şehirler perspektifini merkezi ve yerel düzeyde entegre bir politika yaklaşımıyla hayata geçirmektir.

Goodyear lastikleri çevresel sorumluluk ve performansıyla tanınıyor
Goodyear lastikleri çevresel sorumluluk ve performansıyla tanınıyor
İçeriği Görüntüle

Muhabir: HABER MERKEZİ