Soru: Kitabınızı konuşmadan önce okuyucularımıza kendinizden bahseder misiniz?
Cevap: Ne diyebilirim kendimle ilgili bilmem. İnsanoğlu zaaflar karmaşasıdır. Kendinizi anlatmaya kalkıştığınızda, genellikle bu zaafları beyninizin ‘sırlar’ kıvrımlarına gömersiniz. Yani konu kendinizi anlatmaya gelince objektif olabilmeniz neredeyse imkânsızdır. Sadece doğum yeri, tahsil hayatı, iş, şu-bu gibi bilgileri aktarsanız bile, onun da bir iş başvuruşuna dönüşme ihtimali yüksektir. Kaldı ki ve maalesef iş başvurularında bile insanlar çokça yalana başvurabiliyorlar. ‘Tanıyanlara sormak yeğdir’ derim. Sipariş üzerine yazılmış 2 araştırma kitabım hariç, kitaplarımın biyografi kısmında kendimi anlatımım şöyledir: ’Bilen bilir, tanıyan tanır. Gerisi laf-ı güzaf.’
Ki yine de kısaca: Ben Kudret Köksal. Yazmak ‘hayat algımın tezahürü ve hayat tarzımdır’ desem abartı olmaz. Konuşmaktır kendimle, tartışmaktır. Sorgulamaktır kendimi zaman zaman, hesaplaşmaktır. Kendimi, insanı ve dahi hayatı ve ölümü elbette.
Beni gerçeğimle öğrenmek isteyenlerin, uzak-yakın tanıyanlara sormaları daha doğru olacaktır.
Bana, ‘Siz kızlarınızı (papatyalarınızı) çok seviyorsunuz, onlar da sizi seviyorlar mı?’ diye sıkça soruyorlar. Şöyle veriyorum cevabı: ‘Ben bunu iliklerime kadar hissediyor olmamla birlikte, soruyu onlara sormalı ve cevabı onlardan almalısınız.’
Soru :İlk ne zaman ben yazar olacağım dediniz?
Cevap: Sanırım bunu ‘hiçbir zaman’ söylemedim. Halen de söylemiyorum. Şairlik, yazarlık benim için bir meslek değildir. Şiirler yazarım, hem de her zaman ve her yerde, ama şair değilim. Yazılar yazarım, hem de her zaman ve her yerde, ama yazar değilim. Bu işten bir vizyon, kariyer, ün, gelir beklentim olmamıştır hiçbir zaman.
Soru: Kitabınızın yazım ve basım sürecini özetler misiniz?
Cevap: Sanırım ‘kitaplarınız’ olmalıydı. İki şiir, iki anı-hikâye, bir anı-mizah, iki araştırma ve bir de ödüllü bir öykümün içinde yer aldığı kitaplarım var.
Çok küçük yaşlardan itibaren kağıtlarla dertleşirim. Önceleri kalem ve kağıtlardı yeğâne yazma vasıtalarım. Sonra daktiloya dönüştü. Sonra zihnimle yazmaya başladım mecburiyetten. Ve daha da sonra bilgisayar ve telefon klavyesi. Ama halâ en önemli yazma aracım zihnimdir galiba. Sonrasında yer ve zaman uygunluğunda zihnimdekileri notlara dökerim.
1980’li yıllarda, toplumun pek çok siyasal kesiminden insanların da maruz kaldığı gibi, fikir suçlusu kapsamında Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi’ndeydim. Orada yüzlerce hikâye ve şiir yazdım zihnimle. Çünkü kağıt ve kalemin bile yasak olduğu hücrelerinde kaldım Mamak’ın. Orada yazılanları hayli riskli olsa da, çeşitli yöntemlerle dışarı çıkarttım. İdareleri atlatarak, belki kandırarak… Şiirlerimden bazıları o dönem etkin ve önemli bir dergide yayınlandı. Fakat bu durum, sıkıyönetimli bir dönem olduğu için derginin de başına belâ oluyordu ki, beni küçük düşürme pahasına bunu savuşturdular. Yani derginin kapatılma tehdidine karşı beni feda ettiler. O dönem kafamda ana hatlarını oluşturduğum ve tahminimce altıyüz sayfa dolaylarındaki iki kitabı dondurucuya kaldırdım. Büyük riskler alarak yaşadıklarımın bir çırpıda yok sayılması üzerine, kitap çıkartma hayallerimden vazgeçtim. Ve kendim için yazmaya başladım. Bu konuyu kitaplarımdan birinde ‘Gün Gelir Dillenir Sırdaş Susukunluklar’ başlığı altında okuyucuya aktardım.
2019’da vefat eden sevgili eşim Ayten, kitap çıkartmamı çok isterdi. Çünkü yazılanlar devamlı yığılıyor ve sonuçta yok oluyordu. O bana, ‘Kudret bırak işi-gücü. Evi ben geçindiririm -çünkü o inşaatçıydı ve çok çalışkan, becerikli bir kadındı- sana ofiste ve evde birer özel oda yapalım, otur yaz ve heder olmadan yazdıklarını kitaplaştır. Onları kızların da okumalı.’ derdi. Ki maalesef yine fikir suçu kapsamında evime ve işyerime yönelik baskınlarda yazmalarımın pek çoğu çöp olmuştu. Ayten’in bu isteğine yıllarca direndim. Sadece arşiv amaçlı olmak üzere bazı yazdıklarımı, bazı sosyal medya mecralarında paylaştım. Ne zaman ki 2019’un 9 Martı’nda o muhteşem kadın öldü; onun vasiyeti olarak inadımdan vazgeçtim ve 2021 yılı Eylül ayı itibariyle yazmalarımı kitaplaştırmaya başladım. İki yılda sekiz kitap çıkarttım. Halihazırda altı kitap dosyası basılmayı bekliyor.
İşte kitaplarımın kısaca yazım ve basım serüveni.
Soru: Kitap karakterlerinizi oluştururken nelerden esinlendiniz?
Cevap: Hayatın kendisinden. Hayatın içindeki yaşanmışlıklardan. Hayatın içindeki karakterlerden. Hayatın içindeki bir karakter olarak kendimden. Aşklardan, sevgilerden, içtenlikli-samimi ve sahte davranışlardan, doğrulardan, yanlışlardan, gerçeklerden, yalanlardan, çirkinlerden, güzellerden, iyilerden, kötülerden, vefadan, vefasızlıktan, ihanetten, cefadan, sabırdan, hayat tarzlarından, politikadan, felsefeden, ekonomiden, ezilmişlikten, sömürüden, zulümden vb… Yani insan doğasındaki tüm duygulardan ve insan hayatının kapsamındaki her şeyden … Kaldı ki bazen hayvanlar ve doğanın kendisi de yer almıştır karakterlerim arasında. Özetle ‘hayatı, ölümü ve evreni oluşturan tüm bileşenler’ diyelim olmazsa.
Soru: Edebiyat haricinde başka ilgilendiğiniz sanat dalları var mı?
Cevap: Sanatın her dalı benim için muteberdir. Elbette hepsini çok severim, sanatın ve sanatçının önünde saygıyla eğilirim. Çünkü sanat insan toplumlarının evrim göstergesidir.
Ben sanatı asla toplum içindeki bir elitin ‘tapusundaki mal’ olarak görmem. Örneğin sokak sanatçılarını, ünsüz sanatçıları, evlerde ve kişisel olarak yapılan sanatı da çok takdir ederim. Sanat insan ilişkilerindeki zirvedir çünkü.
Evet çocukluk ve gençlik yıllarımda piyano, ksilafon, gitar, saz gibi enstrümanlarla ilgilendim. Hayattaki en büyük pişmanlıklarımdan birisi piyanoyu bırakmak zorunda kalmam olmuştur.
Ve annem devamlı olarak; ‘Sesimin çok güzel olduğunu, şarkıcı olmam gerektiğini’ söylerdi. Olmadım. Ama ‘kendimleyken şarkı söylemeyi çok sevdiğimi de’ söylemeliyim.
Şimdilerde müzik, sinema ve sanatsal belgeseller favorim olmakla birlikte bütün sanat dallarını imkânım ölçüsünde takip etmeye çalışmaktayım.
Soru: Güzel ve keyifli bir sohbetti. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey, takipçilerinize vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Cevap: Evet. Galiba okumak, araştırmak, şüphe duymak ve sorgulamak üstüne birkaç bir şey söylemeliyim. Okuyunuz. Okuyunca çoğalacaksınız. Şüphe duyunuz, sorgulayınız ve araştırınız. Bunları yaparsanız doğrulara ulaşacaksınız. Sizde samimiyet hissi yaratmayan her ne olursa olsun şüphe duyunuz ve sorgulayınız. Hayatın ve sanatın gelişmesi, körü körüne bağlanmak, itaat etmek ve uslu bir yazar-insan olmakla değil, ancak şüphe duymak, sorgulamak ve araştırmakla mümkün olacaktır. Benim nacizane tavsiyem, insan kalbini, insan duygularını en ‘masum’ şekilde aktarması gereken şiirde bile, en önemli unsurun samimiyet olduğunun unutulmamasıdır.
Teşekkürler ve Sevgiyle…
Çok keyifli bir röportaj oldu, bu güzel sohbet için çok teşekkür ederiz. (BETÜL ALTINSOY)